Gönderen: yagmurdursun | Nisan 25, 2017

Sülüklü Göl Kampı

Hep yeni yeni şeyler denemekten blogumu ihmal ediyorum 😦 En son 8 ay önce New York’a nasıl gidemediğimi anlatmışım 🙂

Merak etmeyin yepyeni tatlış maceralarla geri döndüm. Öncelikle şunu belirteyim; “şunu yazayım, bunu mutlaka anlatayım” diye bir kenara not alıyorum ama asla vakit ayıramıyorum. Çünkü “anlatacağım” dediğim şeyleri yazmam gerekirken başka yeni keşiflerde oluyorum hep. Ama bu kez vakit ayırdım size ilk kampımı anlatacağım.

Geçtiğimiz Şubat ayında Sülüklü Göl’de kamp yapmaya karar verdik. Kampı dağcılık yapan arkadaşlarımız organize etti. Kamp tarihi için havaların ısınacağını düşünerek 22-23 Nisan tarihlerini seçtiler. Başlarda 10-12 kişilik bir ekiple planlandı her şey. Malzeme listesi, eksikleri olanlar için malzeme önerileri paylaşıldı. Tüm bunlar olurken benim aklımdan “Kamp asla benlik bir olay değil, orienteering ile doğaya alışmış olabilirim ama kamp çok uç bir nokta benim için” düşüncesi geçiyor 😀 Ama arkadaşlarım çok istekliydi ayak uydurmak için baştan yan çizmedim ama aklımın bir köşesinde hep “olmadı son anda ya ben gelemiyorum der satarım” düşüncesini de saklıyorum 😀 Derken 21 Nisan gecesine geldik. Bu arada kafamdaki düşünceler “bir kez deneyeyim, en azından denemeden sevip sevmeyeceğimi bilemem” kıvamına geldi. 21 Nisan gecesi herkes çanta hazırlarken hava durumu “22 Nisan Cumartesi günü hava yağmurlu olacak ama yağmur öğleden sonra başlayacak, 23 Nisan Pazar günü de kar yağacak ama kar kalınlığı en fazla 5-10 cm olacak” diyordu. O yüzden yanımıza bol yağışa uygun kıyafetler aldık, güle oynaya yola çıktık 🙂

Kamp alanına vardığımızda hava kapalı ama kuruydu. Gölü gördüğüm anda fotoğraf makinemi unuttuğum için çok pişman oldum.

Sülüklü Göl 1

Sülüklü Göl 22 Nisan 2017

Eşyaları indirip çadırların kurulacağı uygun yerleri belirledik. Biz birlikte kalacağımız arkadaşımla çadırımızı göle en yakın noktaya kurduk. Göle uzaklığımız en fazla 2 metre filan olmalıydı.

Sülüklü Göl 2

Sülüklü Göl 22 Nisan 2017

IMG_3256

Sülüklü Göl 22 Nisan 2017

Çadırlar kurulduktan sonra uyku tulumlarımızı havalandırıp çadırımızı her an uyumaya hazır konuma getirdik. Daha sonra ekibin bir kısmı yiyecekleri bir piknik masasına taşırken geriye kalanlar yakılacak ateş için odun toplamaya gitti. Ben yiyecekleri masaya taşıyan ekipteydim, işimiz bitince sandalyelerimize kurulup gölü izledik. Odun toplayan ekip geldikten sonra ateş yandı. Yemek pişirildi. Herkes doyduktan sonra ormana dağıldı. Ben de ateş başında biraz oturduktan sonra arkadaşlarımla ormanda yürüdüm. Biz daha ateşin başındayken yağmur çiselemeye başlamıştı zaten. Hafif çiseleyen yağmur altında 20-30 dk yürüdükten sonra bir kaç parça odun alarak ateş başına geri döndük. Ayakta sohbet ederken yağmur ile birlikte hafiften kar da atıştırmaya başladı.

Sülüklü Göl 22 Nisan 2017 Akşam

Ateş başında biraz daha kaldıktan sonra biz çadıra geçtik. Montlarımız sırılsıklam olmuştu. Ateş ısıtıyordu ama tulumlarımızı da bir an önce ısıtmamız gerekiyordu. Biz çadırımıza geçene kadar yağan kar tutmuştu. Tabii ki biz hala yarın sabah karın eriyeceğine inanıyoruz 😀 Tulumlara girdikten sonra ısınmamız zaman aldı. Çok üşüyünce kampı organize eden arkadaşımız tulumlarımızın fermuarını birbirine geçirdi. Birlikte vücut ısımız ile tulumları ısıtmak daha kolay ve hızlı oldu. Gece uyurken sık sık uyandım. Bu arada hayvanların gelmesinden korkmadım. Zaten gece duyduğum seslerden biri karın çadıra düşerken çıkardığı sesti diğeri de köpek sesiydi. Bir ara uyandığımda kar sesini duyamadım ve karın durduğunu, bu saatten sonra eriyeceğini düşündüm. Saat sabaha karşı 4 civarında yine kampı organize eden arkadaşımızın sesine uyandım. Bizim çadırımızın yanına gelip içeri seslendi sonra da çadırımızın üstündeki karları temizledi. Sonra tüm çadırları gezip çadırların üzerindeki karları temizledi. Bu temizlikten sonra aslında karın durmadığını, çadırımızın kar altında kaldığı için kar sesi duymadığımı anladım 🙂 Normalde panik bir insanım aslında ama nedense kar yağışı ve durmadan yağmış olması beni korkutmadı. Kendimden beklemediğim kadar sakindim 😀 Sabah manzaramız;

IMG_7375

Sülüklü Göl 23 Nisan 2017 Sabahı

Gerçekten çok güzel bir manzaraya uyandık. Fotoğraf makinesini unutmuş olmamın pişmanlığı ikiye katlandı.

IMG_7371

Sülüklü Göl 23 Nisan 2017 Sabahı

Çadırlardan çıktıktan sonra ateşi yeniden yakıp kahvaltı için hazırlık yapmaya başladık. Bu arada ateş için odun aramaya giden bir arkadaşımız diğer kampçılar ve balıkçılarla konuşmuştu. Balıkçılar araçların inemeyeceğini kurtarma ekibi çağıracaklarını söylemiş. Bunu öğrenince bizim aracımızın da inemeyeceğini düşünerek ihtiyaç olursa kurtarma ekiplerine bizi gündüz gözüyle kurtarmalarına fırsat vermek için toparlanmaya başladık. Eşyaları araca taşıdıktan sonra aracın aküsünün bittiğini öğrendik. Neyse ki bizimle gelen başka bir araç ile aküyü şarj edip yola çıktık. Aracımız daha ilk çıkış noktasında kara saplandı, hep beraber inip aracı ittik 😀 Bir kaç metre gittikten sonra aracımız bu kez çamura saplandı. Karşı yönden gelen bir aracın yardımıyla araç tekrar kurtarıldı. Sonra araca kar zinciri takılmasına karar verildi. Zincir takılırken ekibin bir kısmı yolda tehlikeli virajlar olduğu için yürümeye başladı, ben yürüyen ekipteydim. Yürüyüşe başlarken ayak parmaklarımı hissetmiyordum ama yürüdükçe ısındım. Hem ısındım hem de çok güzel manzaralar gördüm.

IMG_7387[1]

Sülüklü Göl 23 Nisan 2017 Sabahı

Ayrıca soğuk beni yıldırmadı. Soğuğa rağmen kamp yapmayı sevdim. Kendi çadırımı, tulumumu, matımı, vb. almak için kolları sıvadım.

IMG_7373

Sülüklü Göl 23 Nisan 2017 Sabahı

Bence ekipmanın önemi yok. Fotoğrafçı an’ı yakalar ve fotoğraf karesine hapseder 🙂 Makinem yanımda olmayınca telefonumla çekebildiğim fotoğrafları 500px hesabımda yayınlıyorum.

Gönderen: yagmurdursun | Ağustos 28, 2016

New York Macerası

Geçtiğimiz Nisan ayında yaz tatillerimizi değerlendirmek için Haziran ayının son iki haftasını New York’ta geçirecek şekilde muhteşem bir tatil planladık. Hatta ben Türkiye Oryantiring Federasyonu’nun düzenlediği şampiyonaya gitme fikrini bile askıya aldım. Sezon boyunca zaten beş kademe yarışı oluyor ben sonuncusu ve en önemlisi olan Türkiye Şampiyonası’na gitmemeyi göze aldım yani Amerika için. O sıralar başka planlarımda vardı yaz tatili için, onlar da hemen askıya alındı tabii, düşünün artık nasıl kararttım gözümü 🙂

new-york-city

Aslında “Ölmeden Önce Yapılacaklar” listemde New York’u görmek alt sıralarda yer alıyor (benim için bir Londra değil yani). Ama arkadaşlarımın orada olması belki de bir daha ayarlayamayacağım bir şanstır diye düşündüm ve bu şansı değerlendirmek istedim açıkçası. Ama çok da isteksiz değildim çünkü yeni bir şehri keşfetme düşüncesi beni heyecanlandırıyordu. Keşif keşiftir 🙂

Plan yaptığım arkadaşlarım geçici bir süre için zaten San Francisco’da yaşıyorlardı. O yüzden vize sürecimde yalnızdım. Nisan’ın ortalarında gitmeye karar verip Nisan sonunda belgelerimle randevuma gittim. Yaptığımız görüşme sonucunda elime, benim “Göçmen Olmayan Vize Başvurusu” kapsamına uymadığımı anlatan bir A5 kağıt vererek reddettiler beni. Çok umursamadım açıkçası da sonraki iptal etme süreci biraz can sıkıcıydı.

Reddedildikten sonra ofise dönüp otel rezervayonlarımı, uçak biletimi reddetmeye çalıştım. Tabii ki Balıkesir Türkiye Şampiyonası’na gitmek için gerekli işlemleri yaptım.

İptal sürecinde otellerde zaten sıkıntı olmadı. Ama uçak biletini bavul.com aracılığıyla almıştım. Arayıp vizemin reddedildiğini bu sebeple gidemeyeceğimi ve iptal paketini özellikle bu durum için aldığımı anlattım. bavul.com’dan görüştüğüm personel (Hüseyin KITAY) bir daha başvurmamı aksi takdirde bilet ücretimin %15’ini geri alabileceğimi ve iptal paketinin de sadece birinci dereceden bir yakınımın ölüm raporuyla kullanılabileceğini anlattı. Zaten reddedildim, şartlarım ve planlarım değişmeyeceğine göre bir daha başvurmayı istemedim ama açık konuşmak gerekirse bir hafta daha düşünüp karar vermeye çalıştım. Hatta “%15’ni geri alacağıma bir kuruş dahi almasam da olur” diye düşünerek ne yapacağıma karar vermek için kendime süre verdim. Bu arada devamlı bavul.com’u arayıp vizem reddedildiği için çözüm arıyorum. Uçağa binip oradan geri gönderilebilirdim benim için sorun değildi ama nasıl olmaz bir çözümü, zaten vizem reddedildiği için modum düşmüş bir de üstüne bavul.com’un leş kargası tavrına sinir oldum açık konuşmak gerekirse en çok da bu sinirle üstüne düştüm biletin. Baktım ki bavul.com uzlaşmacı değil bileti aldığım hava yolu firmasını aradım. Vizemin reddedildiğini gitmek istediğimi ama gerçekten vizemin reddi sebebiyle gidemeyeceğimi anlattım. Konuştuğum firma yetkilisi vize reddi sebebiyle yapılan başvuruların kabul edildiğini ve vizemin reddedildiğine dair belgeleri bavul.com ile paylaşırsam hiç bir kesinti olmasızın bütün bilet ücretimi geri alacağım konusunda beni bilgilendirdi. Telefonu kapattıktan sonra bavul.com’u aradım, hava yolu firmasıyla konuştuğumu ve bana söylediklerini anlattım. “Biz sizi arayacağız” deyip telefonu kapattılar. Yaklaşık yarım saat sonra Hüseyin Bey gayet samimiyetsiz bir şekilde “Yağmur Hanııııım siz bize vizenizin reddedildiğini söylemediniz ki” diyerek beni aradı. Bana ikinci kez başvurmamı öğütleyen Hüseyin Bey, her aradığımda vize reddi sayılmaz bir yakınız ölmeli (ki o zaman en çok isteyeceğim şeydir gezmek, emin olun) diyen Hüseyin Bey… Neyse derin bir nefes alıp “Ses kayıtlarını tutuyorsunuz, bir ara dinlersiniz” dedim ve göndermem gereken belgelerle ilgili bilgileri aldıktan sonra telefonu kapattım. Belgeleri ilettikten sonra yine aynı Hüseyin Bey beni arayıp ücretimin %85’ini geri verebileceklerini söyledi. Aradaki %15’lik kesinti de “Hizmet Bedeli”ymiş 😀 İnanın ki umurumda bile değil, çünkü gerçekten istediğim şeylere harcadığım para umurumda olmaz. İptal Paketi gibi saçma sapan bir paketi almamış olsaydım ve yine vizem reddedildiği için uçak ücretim yanmış olsaydı asla umursamayacaktım. Beni çileden çıkaran bavul.com’un leş kargası olması. 17 Ağustos 1999 depreminden sonra 20 liraya ekmek satanlar ve 28 Haziran 2016’da Atatürk Havaalanına yapılan bombalı saldırı sonrası 200 liraya çalışan taksicilerle bir akrabalığınız olmalı. Ahlaklı iş yapmak kesinlikle zor değil, sadece tercih meselesi.

Gönderen: yagmurdursun | Eylül 6, 2015

Yeşil Vadi Çamur Yarışı

Evet evet bunu da yaptım 🙂 kendimden asla beklemediğim bir şeyi daha yaparak yine kendimi aştım.

Geçtiğimiz haftalarda Şile’de çamur yarışı yapılacağını duyduk. Tabii ki ben bu duyumu kulak arkası etmiştim. Ama arkadaşlarım gayet heyecanlıymış bu yarış için. Neyse, bir kaç gün içerisinde kaydımızı yaptırdık yarışa. Dün o büyük günde işte.

Yarış Şile Yeşil Vadi’de yapılacağı için sabah erkenden gidip kahvaltı ettikten sonra yarışmak üzere plan yaptık. Saatler 08:00’i gösterdiğinde buluştuk ve Şile’ye doğru yola koyulduk. Önce yarışma alanına gittik şöyle bir bakındık, parkurları gördük. Sonra kahvaltı için gözlemecilere gittik. Kahvaltıdan sonra yarış alanına geri döndük.

Yarışma parkurları oldukça geniş ve yeşil bir alana yayılmıştı, yarışmacıların bir kısmı piknik masalarında bir kısmı çimlerde oturuyordu. Müzik, sunucu ve organizasyon ekibi son derece profesyoneldi. Biz geldikten 3-5 dakika sonra ilk grup yarışma için hazırlanıp parkura çıktı. Biz de heyecanla dönecek ilk yarışmacıyı bekledik. Derken 30-35 dakika sonra ilk yarışmacı geldi. Benim için en heyecanlı etap Buz Devri’ydi: içinde buzların yüzdüğü minik bir havuzda suyun altından engeli geçme parkuru. İlk yarışmacı bu parkuru çok rahat geçti, zaten çok da iyi bir derece yaptı sanırım.

Bizim gruba sıra geldiğinde, ekip olarak (ben ve arkadaşlarım) yarışmaya en önde başladık ama daha ormana girmeden (yani daha 500 metre koşmadan) en geride kaldık 🙂 Ormanın içerisinde bazı noktalar hariç genelde yokuş yukarı yürüdük (diğerleri bu aşamada koşuyor 🙂 ). Ormanın içinde olduğumuz için dün ki sıcak havadan çok etkilenmedik, çok serindi çünkü. 2.5 kilometre yürüdükten sonra nefesim kesildi, dalağımın ağrıdığını hissettim. Ben biraz dinlenmek için durunca arkadaşlarım da beni bekledi haliyle. Nefesimi düzelttikten sonra devam ettik. Arkadaşlarımı ben yavaşlattım eveeet beeeen! :p Ormandan yokuş aşağı inmeye başlarken ağrım da geçti zaten. Ormandan tam çıkarken o güzel parkurlar başladı. İlk parkur çamur havuzuydu, ilk etapta toprakta debeleniriz filan diye beklerken çamur biraz sert oldu benim için 😀 Tam yandan kaçmayı planlarken arkadaşım tuttu ve beni çamur havuzuna çekti, onu yapmasa benim yarışım o aşamada biterdi sanırım 🙂 Sonra farklı farklı birçok etaptan geçtik, ben dahil (Tünel ve buz devri hariç bütün parkurları tamamladım)  🙂 Denize daldığımda bile 3-5 saniye anca suyun altında kalabildiğimden Buz Devri benim için en zor etaptı, o yüzden yapamadım.

Sonuca şaşırdık arkadaşlarımla, çünkü ben ormandan sonra ki her etapta cesaret toplamak için fazla zaman kaybettim, hakemleri ikna etmeye çalıştım “ya azcık batsam yeter mi? Şu kadar peki? Bu kadar?” filan diyerek 🙂 ama ben arkadaşlarımdan erken bitirmişim gibi görünüyor sonuçlarda. Çok gıcık bir durum olmuş yani, onları yavaşlatıp onlardan önce bitirmiş olmak komik oldu 🙂 Sonuç olarak yapabildiğim tüm etapları tamamlamış olmanın haklı gururunu yaşıyorum. Bir de yarışmayı bitirdiğimiz için madalya kazandık 🙂 İşte tatlı madalyam ve muhteşem sonucum;

Muhteşem Sonucum Tatlı Madalyam

Gönderen: yagmurdursun | Haziran 5, 2015

Amsterdam Tatili

Avrupa turunda ikinci durağım Amsterdam oldu. 23 Nisan tatili için Viyana’ya gitmiştim. 19 Mayıs tatili için de Amsterdam planlarım vardı. Viyana için Avusturya vizesine başvurduğumda en kötü ihtimalle bir aylık bir vize alırım ve çoklu giriş çıkış hakkım olur diye umut etmiştim. Ama Avusturya benim gibi düşünmemişti 🙂

Viyana’dan döndükten hemen sonra Hollanda vizesi için başvurdum. Hemen sonra derken aslında neredeyse bir hafta sonrasına randevu alabildim. O yüzden geç kaldım diye biraz da tedirgindim, önceki vizemi Avusturya’dan aldığımı düşünürsek hiç de haksız değildim 🙂 Ama düşündüğüm kadar zor olmadı. Zaten Viyana’ya gidene kadar Hollanda vizesi için gerekli tüm evrakları hazırlamıştım. Bir hafta içinde aldım vizeyi, hem de altı aylık. Kesin olmamakla birlikte yaz sonunda Eylül veya Ekim gibi yine bir Avrupa planım var.

Viyana’ya giderken aylar öncesinden uçak bileti ve kalacak yer meselesini halletmiştik. Amsterdam için böyle bir şansımız olmadı. O yüzden turla gittik, otel ve uçak dışında turun bir iyiliği dokunmadı.

Üç buçuk saat süren uçak yolculuğundan sonra hafif sisli ve yağmurlu bir Amsterdam’a indik. Havaalanından şehir merkezine gidip minicik bir şehir turu yaptık. Kanalları, tarihi tren istasyonunu, bir kaç ünlü oteli, Dam Meydanı’nı gördük. Tarihi tren istasyonuna gidip ertesi günkü planımız; Brugge için bilgi topladık. Şansımıza bilgi almaya çalıştığımız istasyon görevlisi Türk çıktı ve bize gerçekten çok yardımcı oldu.

Minik şehir turumuzdan sonra otele dönmeden serbest zamanımız vardı. Dam Meydanı ve çevresinde yürüdük ve yemek yemek için yer bakmaya başladık. Amsterdam’da dikkatimi ilk çeken şeylerden biri çok fazla Arjantin restoranının olmasıydı. Bizde Amsterdam’daki ilk yemeğimiz için bir Arjantin restoranına girdik. Güzel bir yemekten sonra Dam Meydanı’na dönüp tur arkadaşlarımızla buluşup otelimize gittik. Valizlerimizi bıraktıktan sonra Amsterdam merkeze dönmek için Schiphol Havaalanına gittik. Merkeze gitmeden önce Brugge için bilet almaya karar verdik. Yine şanslıydık ki Türk bir vatandaşa denk geldik. Bize çok yardımcı oldu, zaten amcayla tek görüşmemiz bu olmadı (Detaylarını başka bir yazıyla paylaşabilirim). Brugge için tren bileti ve gerekli bilgiyi aldıktan sonra Amsterdam merkeze dönmek için bineceğimiz treni beklemeye başladık. Gelen tren çift katlı bir trendi, ilk defa böyle bir tren gördüğümüz için çok şaşırdık. Sonraki günler şaşkınlığımız yerini alışkanlığa bıraktı 🙂 Trenle (banliyö treni) Amsterdam merkeze yani Amsterdam Centraal tarihi tren istasyonuna geri döndük. Biraz Amsterdam sokaklarında yürüdükten sonra Dam Meydanı’nda bir yere oturduk.

Dam Meydanı

Dam Meydanı

İkinci gün havanın güzel olacağını bildiğimiz için Brugge planı yapmıştık. O yüzden ikinci gün Brugge’a gitmek için çok erken uyandık ama yetişmek istediğimiz treni kaçırdık. Kaçırdıktan sonra da peronlar arası mekik dokuduk. Gidişimiz oldukça şenlikli oldu. Aldığımız bilet normal tren biletiymiş. Biz treni kaçırınca bir sonraki trenin başka bir perondan geçeceğini sandık ve yanlış perona geçip orada beklemeye başladık. Biraz bekledikten sonra tren (Thalys Train) geldi. Biz binbir heyecanla trene binmeye gittik ama trenin her kapısından bir kondüktör indi ve yolcuların biletlerini kontrol ederek trene aldı. Bizim kondüktör biz daha ağzımızı açmadan “Bu biletlerle binemezsiniz” dedi. O kadar net söyledi ki nedenini bile soramadık 🙂 Neyse yukarı çıkıp binebileceğimiz treni öğrenip doğru perona indik. Bir yandan treni beklerken bir yandan da kahkaha atıyoruz az önce yaşadığımız durum için, şu an bile kahkaha ile yazıyorum bu satırları. Biz durumu şöyle Türkçeleştirdik; İstanbul-Ankara hızlı trenine akbille binmeye çalışmak 😀

Sonunda doğru trene binmeyi başardık. Trenimiz Antwerpen’e doğru hareket ederken kondüktör gelip biletlerimizi sordu. İkinci olayımız da bu noktada patladı. Şöyle ki sabahtan beri elimden düşürmediğim, Thalys’in burun kıvırdığı biletlerimizi düşürmüşüm. Bütün çantamı ve ceplerimi boşalttım ama bulamadım. Bir yandan da hayatımda hızlı konuşmadığım kadar hızlı İngilizce konuşup biletlerimizin olduğunu hatta bağlantılı dönüş biletlerimizi, faturamızı gösterip durumu anlatıyordum. Neyse adam çaresizliğimizi gördü ve bize yardımcı oldu. Normalde biletsiz binen yolculara daha pahalıya satılması gereken bileti bize indirimli sattı ama yine de fazladan para ödemiş olduk.

Antwerpen’e kadar camdan dışarıyı izledik. Şunu çok rahat söyleyebilirim ki Hollanda çok düzenli ve yeşil bir ülke. Kanallarla birleşik tarlalar, evler çok güzel. Yolda giderken kanallara yakın yerlerde kuğular gördüm, serbest dolaşan tavşanlar gördüm. Yaklaşık iki saat süren yolculuktan sonra Belçika’ya – Antwerpen’e vardık. İlk aktarmamız için Antwerpen Centraal tren istasyonuna; dört katlı ve yirmi dört peronlu bir tren istasyonuna indik.

Antwerpen

Antwerpen

Antwerpen İstasyonun Görünen Katları

Antwerpen İstasyonun Görünen Katları

Antwerpen’den sonra yaklaşık bir saat daha trenle gittikten sonra Gent St. Pieters istasyonuna gidip oradan ikinci aktarmamızı yaptık. Bu seferki aktarmamız yirmi dakika kadar sürdü. Brugge’a indikten sonra tren istasyonundan şehrin haritasını aldık. Tam bir oryantiringci gibi kendimizi haritada konumlandırıp şehrin merkezine doğru yürümeye başladık 🙂 Burası Amsterdam’a göre oldukça sakin bir şehirdi.

Brugge Kanal

Brugge Kanal

Brugge

Brugge

Tren istasyonundan şehrin merkezine doğru yürüyüp bol bol fotoğraf çektik. Yorulunca meydandaki kafelerden birine oturup midye yedik. Brugge’a giden herkes mutlaka yiyormuş, yani yapılacaklar listenize ekleyebilirsiniz.

Akşama doğru Brugge istasyonuna yürüyüp otele dönüş için harekete geçtik. Sabah gelirken zaman kaybımızın olmaması için iki kez aktarma yapmıştık. Dönüş yolunda herhangi bir yere yetişmek veya zaman kaybetmek gibi bir kaygımız olmadığı için Schiphol’e kadar tek aktarmayla gitmeye karar verdik. O yüzden Brugge’dan Antwerpen’e gelip oradan Schiphol’e, Schiphol’den de shuttle’la otele geçtik. İkinci gün bizim için uzun, yorucu ama keyifli bir gün oldu.

Üçüncü günü, müze günü ilan ettik. Hava durumunu da takip ettiğimiz için havanın yağmurlu olacağını biliyorduk. O yüzden kapalı alanlarda vakit geçirmeye karar vermiştik. Müzeler için internetten bilet almıştık. Otelden çıkıp Schiphol’e gittik ve 24 saatlik ulaşım biletlerinden aldık. Amsterdam merkeze geldikten sonra tramvayla müze bölgesine geçtik. Sırasıyla Rijkmuseum’u, Van Gogh’u ve Madam Tussauds’u gezdik. Müze gezmesi bittikten sonra sokaklarda biraz yürüdük. Daha sonra akşam yemeği için Hard Rock cafe’ye geçtik.

Dördüncü gün sadece öğleden önce zamanımız vardı. O yüzden tramvayla Vondelpark’a gidip parkta yürüdük. Hava biraz soğuk olduğu için çok fazla duramadık. Parktan çıktıktan sonra Çiçek Pazarına gittik. Öyle bloglarda anlattıkları gibi yüzen bir pazar değil kendisi. Kanalın dibinde ama dedikleri gibi suyun üstünde kurulu değil. Bulabilsem beyaz lale tohumu alacaktım ama satmıyorlarmış. Lale dışında güzel, farklı başka bitkiler de vardı. Görülebilir ama çok da şart değil bence.

Amsterdam’a 15-19 Mayıs 2015 tarihleri arasında gittim. Hava soğuktu, o yüzden aynı tarihlerde gidecek olursanız tavsiyem yanınıza kalın giysiler alın. Ben biri kalın olmak üzere iki mont götürmüştüm. İkisini de üst üste giymek zorunda kaldım. Soğuğu dışında (ki o da çok olumsuz etkiledi diyemem) çok eğlenceli ve güzel bir tatil geçirdim.

Gönderen: yagmurdursun | Mayıs 21, 2015

Gelibolu Orienteering Yarışı

Çok gezince yazacak çok konusu oluyor insanın. Üşenmeden paylaşıyorum bir de iki gündür buradan.

Son bir ayda evde pek oturamadığımı söyleyebilirim. Şikayetçi değilim tabii 🙂

Viyana sonrası Türkiye Orienteering Federasyonu’nun 01 – 03 Mayıs 2015 tarihleri arasında düzenlediği Gelibolu Yarışı’na katıldım. Viyana’dan 26 Nisan’da döndüm, 30 Nisan’da Gelibolu’ya doğru yola çıktım. Az sonra başarısız olduğumla ilgili kısma geldiğimizde yorgunluğumu bahane edeceğim, şimdiden zemin hazırlıyorum 🙂 İstanbul trafiğine takılmamak için saat 17:00’de ofisten çıkmamıza rağmen sanırım Gelibolu’daki otelimize vardığımızda saatler 23:30’u geçiyordu. Saatimi kurup hemen uyudum.

İlk gün yarış için Ezine Çamlıca Köyü’ne geçtik. İlk gün için 15 hedef bulmam gerekiyordu. Yarışın ilk dakikaları çok güzeldi, inanılmaz derece odaklanmıştım. Sonra beşinci hedeften altıncı hedefe giderken dikkatim dağıldı. Çok zaman kaybettiğim halde (neyse ki İstanbul Spring Cup‘daki kadar zaman kaybetmedim) yarışı bırakmadım, zaten hedef dere yatağındaydı ben de dere yatağını tarıyordum gözlerimle. Hatta ve hatta böcek korkuma rağmen dere yatağına inip bir kaç kez de öyle aradım hedefi. Yine de hedefi bulamayınca mispunch olma pahasına yedinci hedefe doğru yola koyuldum. Yedinci hedefi aradığım sırada dikkat dağınıklığımın devam ettiğini görünce yarışmayı bıraktım. İşte benim yarışım o dakikada başladı 🙂 Finish’ten çok start’a yakın olduğum için dönmeye karar verdiğimde start’a gitmeye çalıştım. Yaklaşık kırk dakika yürüdükten sonra bir anda kendimi “abc maden girişi” yazan bir tabelaya bakarken buldum (abc: şuan adını hatırlamadığım bir maden ocağının adı). O an yanlış yerde olduğumu anladım ve geriye doğru yürümeye başladım. Haritada kendimi yeniden konumlandırdıktan sonra start’ı bulmam pek zor olmadı 🙂 Üstelik dönerken de üç-beş küçük yarışmacıya yardımcı oldum. İlk gün sonucum;

1. Gün

İkinci günkü yarış Eceabat Kilitbahir’deydi. İnanılmaz bir kalabalık vardı ve 10 hedef bulmam gerekiyordu. Dokuzuncu hedefe giderken kendime veya haritaya güvenemediğim için yedi dakikalık bir hata yaptım. Normal şartlar altında gördüğüm herhangi bir hedefin benim hedefim olmadığını bildiğim halde koşup bakarım, bu sefer kendi hedefim olduğu halde hem şaşırdığım için hem de koşup bakarak zaman kaybetmek istemediğim için hedefe bakmadan yanlış yöne koşmaya başladım (koştuğum ilk yarış olabilir 🙂 ). Neyse bu hata bana yedi dakikalık bir ders oldu. Yine de 20 dakikada bitirmiş oldum yarışı. İkinci gün sonucum;

2. gün

Üçüncü gün yarış Eceabat Şehitler Abidesi’ndeydi. Tabii ki yine çok kalabalıktı ve 11 hedef bulmam gerekiyordu. Bu sefer yarışa başlayamadığım için yarışı yaklaşık 52 dakikada bitirdim. Start’tan ilk hedefe gidemedim bir türlü. Dönüp dönüp start’tan kendime yön bulmaya çalışırken 32 dakika kaybetmişim. Ben 300. kez  start’a dönmüş yön arıyorken, küçük bir çocuk (12a kategorisinde koşuyormuş, çok utanıyorum bunu yazdığıma 🙂 ) beni ilk hedefime götürdü 😀 Sonrası zaten çorap söküğü gibi geldi. Diğer hedeflere hep koşarak gittiğimi söyleyebilirim, tek zaman kaybım da kalabalıktan sıyrılmaya çalışırken oldu. Üçüncü gün sonucum;

3. Gün

Özetle; kalabalık, yorucu ve keyifli bir yarış oldu.

Gönderen: yagmurdursun | Mayıs 20, 2015

Viyana Tatili

Avrupa için daha önceden de çeşitli planlar yapmış olsam da Avrupa’ya ilk adımımı Viyana’ya gitmek için attım. Bu tatlı koşuşturma geçtiğimiz aralık ayında başladı. Pasapottu, uçak biletiydi, oteldi, vizeydi derken aslında oldukça yoğun dönem geçirdim.

Bu güzel yolculuğa ilk adımımı pasaport başvurusu yaparak başladım. Pasaportu aldıktan hemen sonra uçak bileti aldım. Ardından “airbnb”den ev araştırdım. Kalacağımız evi beğenip rezervasyon yaptıktan sonra vize koşuşturması başladı. Öncelikle şunu belirteyim Avusturya’dan vize almak oldukça zor. Dünya kadar evrak verdik yetmedi “Eksik Evrak” başlığı altında bizi yeniden çağırıp başka evraklar istediler. Başvurudan önce banka hesabınızı güçlendirin 😉

Neyse, 2-3 hafta içerisinde 1 aylık, tek girişlik ve sadece 5 gün süreli “mükemmel” bir vize aldık 🙂 Neyse ki Viyana tatilimiz pek uzun değildi.

Birlikte gideceğim arkadaşımla Viyana’da merkeze oldukça yakın güzel bir ev tutmuştuk. Öyle ki eve dönüp kıyafet değiştirip geri çıktık veya alışveriş poşetlerini bıraktıktan sonra elimizi kolumuz sallayarak rahat rahat Viyana sokaklarında gezdik.

Viyanaİlk gün günün yarısından sonra Viyana’ya indik. Eşyalarımızı bırakıp, haritamızı aldıktan sonra sokaklara attık kendimizi. Viyana ile ilgili ilk izlenimim İstanbul’a göre oldukça sakin olmasıydı. Trafikte şoförler yayalara karşı saygılıydı. Yayalar bisikletlilere, arabalar yayalara yol veriyordu.

Acıktığımız için daha önceden bazı bloglarda okuduğumuz ve kesinlikle gitmek istediğimiz Vapiano’ya gittik. Rosto’su öyle övdükleri kadar güzel değildi bence. Yemekten sonra tarihi opera binasının yanına gittik, ve biraz sokak operası izledik. Sonra görülmesi gereken yerleri keşfe çıktık. Tatil günlerimizi planladık.

İkinci gün ilk durağımız Albertina Museum oldu. Albertina’dan çıktıktan sonra Yamm! adında bir vejetaryen restorana gittik. Bol çeşitli, güzel ambiyanslı bir restorandı. Yamm’dan çıktıktan sonra ikinci durağımız olan Kunst Historisches Museum’a doğru yürürken güneşin tadını çıkarmak için biraz çimlerde oturduk. Sonra müzeye girdik. Burada da yine sıra beklemek gibi bir sorunumuz olmadı.

Üçüncü gün önünden geçip durduğumuz Hofburg Sarayı’nı gezdik. Ardından Mumok’u gezdik. Aynı günün akşamında bir oda orkestrası izlemeye gittik ama oldukça vasattı. Tamamını izlemeden çıktık.

Dördüncü gün Schönbrunn Sarayı’na gittik. İnanılmaz büyük bir saraydı. Hiç umudum yoktu ama audio guide’larda Türkçe anlatım vardı. Sarayı gezdikten sonra metroyla Naschmarkt’a gidip biraz da orayı gezdik. Sonra şehir merkezine kadar yürüdük. Merkeze geldikten sonra cafelere gidip daha önce bloglardan okuduğumuz kekleri, tatlıları yedik.

Beşinci gün uçuşumuz vardı, Türkiye’ye dönecektik. O yüzden sadece kahvaltı edip valiz topladık. Sonra da havaalanına gittik.

Viyana ile ilgili son notlarım; genel olarak oturduğumuz her cafede (Vapiano hariç) ve gezdiğimiz her müzede wireless vardı. Cafe menülerinin birçoğunda İngilizce yoktu ama garsonlarla İngilizce anlaşabiliyorduk. Kahvaltı kültürü hiç yok denecek kadar azdı. 3-5 günlük tatilimde zeytin özledim 🙂

Yazıma son verirken Viyana Belediyesi’nin fotoğrafını da paylaşmak istiyorum;

Viyana Belediyesi

Viyana ile 22-26 Nisan 2015 tarihlerinde Avrupa’ya açılıp keyifli ve kültürel açıdan zengin bir tatil yapmış oldum. Bu arada Amsterdam’dan da yeni döndüm, orayla ilgili yazımı da en kısa zamanda yazacağım (son bir ayda evde oturduğum söylenemez).

Gönderen: yagmurdursun | Mart 17, 2015

Yeni Bir Heyecan

‘Şunu yazarım, bunu anlatırım’ derken iki yıl olmuş yazmayalı. Aslında bugün de başka bir durumla ilgilenmek için açtım bilgisayarımı. Ama bunu anlatmalıyım.

Yaklaşık bir ay önce çok güzel bir sporla tanıştım, adı orienteering. Çalıştığım ofiste oldukça popüler bir spor aslında. Ben de burada çalışmaya başladığım ilk günden beri merak ediyordum. Bir ay önce deneme şansım oldu. Çok eğlendim. Yarışma ruhunu değil de (çünkü sanırım hiç öyle bir ruhum olmadı) hedef atlamadan bütün hedefleri bulup parkuru tamamlamayı sevdim.

Geçtiğimiz hafta sonu (13-15 Mart 2015 tarihleri arasında) İstanbul Spring Cup yarışı vardı. Yarışmanın birinci günü geçtiğimiz cuma günü Sultanahmet’te oldu. Ofisten çıkıp koşar adımlarla yarış alanına gittik. Yarıştan önce tatlı yedikten sonra yarışmaya başladık. Arkadaşlarım arasında ilk çıkan bendim. Hem de ilk yarışım 🙂 Yarıştan önce sadece iki kez antrenmana gidebilmiştim. İlk gün bir hedef dışında pek zorlanmadım zaten. Zorladığım hedeften sonra da hızlandım. Koşmadım ama hızlı adımlarla hareket ettim. Sadece hedefleri gördüğümde koşarak gittim yanlarına. Bu hız bana bronz madalya kazandırdı 🙂

IMG_6100

İkinci gün yarış Belgrad Ormanı’nda oldu. Benim kategorimde ki insanlar bir buçuk saatte yarışı bitirirken ben ilk hedefi anca 1.5 (yazıyla BİR BUÇUK) saatte buldum. Zaten dördüncü veya beşinci hedeften sonra da yarışı bıraktım. Finish’e dönmeye çalışıyordum.

Üçüncü gün oldukça keyifli bir yarıştı. Çünkü yarışma Kapalıçarşı’daydı. Atmosferi bambaşkaydı. Yarışırken iki kez kayboldum yine de hedefleri atlamadan bitirdim ama rakiplerim hızlıymış 🙂

Gönderen: yagmurdursun | Şubat 23, 2013

Basit Bir Ev Kazası

Sahnelenmeye başladığından beri gitmek istediğim bir oyundu “Basit Bir Ev Kazası” ama bir türlü fırsat bulamamıştım. Nedense İstanbul’da “insanlar sadece hafta sonları bir yerlere çıkabiliyor” gibi bir düşünce var. Ben de İstanbul’a ayak uydurmak zorunda kalıyorum.

Geçtiğimiz hafta içi İzmirli arkadaşlarımın organizasyonuyla Perşembe günü attık kendimizi tiyatroya. “Basit Bir Ev Kazası”nı görmeye gittik. Normalde şen kahkahalar atan bir insan değilim ama oyun boyunca gülme krizlerine girdim. O kadar başarılı bir oyundu ki kelimelerle anlatamıyorum. Tek kişilik bir oyun olduğu için sıkılabilir miyim acaba diye düşünüyordum. Ama oyundan çıktıktan sonra sanki tek kişi değil de yirmi kişi oynamış ben de izlemişim gibi hissettim. Her sahnesiyle dolu dolu bir oyundu.

Görsel

Oyunda Songül karakterinin evliliği ile ilgili sıkıntıları anlatılıyor. Çok da parlak olmayan bir “mantık evliliği” yapmış olan Songül’ün bu evlilikten pişmanlığı, hatta bu evlilikten kurtulmak için oynadığı çeşitli oyunlar, akabinde bu evlilikten kurtulmak yerine evliliğini canlandırmak için çaba harcaması anlatılıyor.

Genel olarak oyunda Songül’ün yaşadıkları seyirciyi güldürürken, bazı sahnelerde seyirciyi üzen ve “aaaa” derdirten kısımlar da var.

Görsel

Eğer gidecekseniz (ki bence gidin) komedi oyununa gidiyorum diye şartlamayın kendinizi. Oyuna bırakın o alıp götürüyor sizi zaten. Bizim oyunu izlediğimiz seyirci grubunda bir tane “kendini şartlamış seyirci” vardı. Her şeye gülüp oyuna konsantre olmamızı engelliyordu. Günay Karacaoğlu da dayanamadı sonunda laf attı seyirciye “hadi buna da gül!” dedi. Salonda ki diğer seyirciler zaten durumdan rahatsız olduğu için oyuncuyu alkışlarla destekledi.

Son olarak, bir kadının yaşadıklarını anlatan bir oyun olduğu için erkek seyirciler biraz çekinerek gidebilir ama kesinlikle sadece kadınlara hitap eden bir oyun değil. Gidiniz görünüz efendim 🙂

Gönderen: yagmurdursun | Kasım 8, 2012

Meryem Ana Evi

Bu sene kurban bayramından önceki gün sanırım bir çok insan bayram telaşı yaşarken biz kahvaltıdan sonra Efes’e doğru yola çıktık. En son Emre daha üç yaşındayken Efes’e gitmiştik. Yağmur yağmıştı, kafamızda şapkalarla yine de gezmiştik. Herhâlde hayatımda ilk defa o gün ıslanmaktan nefret etmemişimdir. Toprak kokusu eşliğinde Efes’i gezip, panolardan tarihi okumuştuk. Zaman zaman da kalabalık gruplara dahil olup rehberleri dinlemiştik.

Efes yine güzeldi ama bu defa küçüktü. Bir çok bölüm restore ediliyordu ve ziyarete kapalıydı. O yüzden gezi biraz kısa sürdü. Ama rotamızda yeni yerler vardı. Efes’i gezip bol bol fotoğraf çektikten sonra Meryem Ana’nın son zamanlarını geçirdiği düşünülen eve doğru yola çıktık. Biraz uzun ve yokuş yukarı süren bir yolculuktan sonra Meryem Ana’nın evine geldik. Burası Efes’e göre daha sakindi. Sanırım turistleri çekmek açısından yol biraz caydırıcı bir etken.


Tamamını Okuyun…

Gönderen: yagmurdursun | Eylül 5, 2012

Yanlış Olmasın

Yine uzun bir aradan sonra yine kod paylaşımsız bir yazıyla karşınızdayım. Blogumun amacını açıklayan kısa ve öz  olan bu yazı daha önce yazdığım yazılardan çok daha önemli.

Ben adımın altına da yazdığım gibi; kitap sever, foto çeker bir bilgisayar mühendisiyim. Buraya yazdığım yazılar genelde gezip gördüğüm, resmini çekip paylaşmak istediğim yerlerle, okuduğum etkilendiğim ya da sadece özetini yazmak istediğim kitaplarla, izleyip beğendiğim ya da benim için önemli kişilerle birlikte izlediğim filmlerle, gidip gördüğüm tiyatrolarla, hiç olmadı ama bale, opera gibi sanatsal gösterilerle, deneme tarzı kendime ait yazılarla, çok uğraşıp çözümünü çok zor bulduğum programlama hataları ya da bu hatalarla ilgili yabancı dilde yazılmış çözümlerle, çok basit başlangıç seviyesinde programlama bilgileri ile ilgili oluyor.

Yazdığım yazıları sadece kendi arkadaş listemle paylaşıyorum ve sadece onlardan gelen yorumları yayınlıyorum. Buna rağmen blogumu yayınlamadığım halde gelen yabancı ziyaretçilerim ve yorumları da oluyor tabii. Ama bu blog tamamen kendimi oyalamak için açtığım bir günlük ve ben bu günlüğe her ay ancak bir yazı yazabiliyorum.

Blogumda yayınlanan yazılardan yola çıkarak beni bir kalıba sığdırmaya çalışmayınız. Çünkü ben enginlere sığmam taşarım 🙂

Older Posts »

Kategoriler